Sorosçuların Tayyip Erdoğan’a uyarıları!..

“Ergenekon tutuklamalarında” şuna alışmıştık.. “Götürülenler” Atatürkçü duruşlarından, milli hasletlerinden, cumhuriyetin ilkelerinden dem vurarak haykırırlardı..
Son seferde gözaltına alınan şöyle diyordu..
“-Hırant için!..”
Cumhuriyet diyen Atatürk diyen için “İyi oldu, hak etmişlerdi” diye arkalarından teneke çalan “aydınlar(!)” şimdi ayaklanmış durumdalar.. Bu yazının devamını oku

BU LİBERALLER O FAŞİSTLERE ÇOK BENZİYOR

“Statüko” sözcüğünü en sık kullananlar arasında bir sıralama yapılsa bizim liberaller her şeye rağmen Hitler ve Mussolini’nin gerisinde kalırdı. Ama üzülmelerine gerek yok, başka alanlarda onları yakalayabilirler.

O faşistler I. Dünya Savaşı sonrası oluşan uluslararası statükoya karşı oldukları gibi, liberal demokrasinin kurumsal statükosuna da karşıydılar. Sanırım “Ama bu liberaller parlamenter sistemi savunuyorlar” diyeceksiniz. Emin olun bizdeki parlamenter sistemi görseler o faşistler de bu konuda yeniden düşünme ihtiyacı duyar, lider sultasına hayran kalırlardı. Bu yazının devamını oku

Genç Sivillerden O Ülkelerde de Var

Sırbistan, Ukrayna, Gürcistan…

genç siviller rahatsız

 

Taraf Gazetesi’nin son günlerde adından müstehcen pozlu röportajı ile adından söz ettiren yazarı, tekeline aldığı “faşist” nitelemesini geçtiğimiz günlerde İzmir için de kullandı. 25 Kasım tarihli yazısında İzmir’e faşist, İzmir’in seçtiği milletvekillerine faşist, yazarına faşist, halkına faşist diyerek, tekelleşmeyi seven yazar tekelindeki kelimeyi önce Deniz Gezmiş’e ve Türkiye’deki kimi sanatçılara kullandıktan sonra, şimdi de bir şehir için kullanması aslında çok da şaşırtıcı değil. Kütahyalı’nın evrimi sürüyor: önce bir kişi, sonra bir alanla uğraşan insanların çoğu, şimdi de koskoca bir şehir. Yazarın bu kavramı bilip bilmediği tartışmasına girmenin yersiz olacağı kanaaatindeyim; yine de acaba kendisi koskoca bir şehri faşist diye adlandırarak faşizm karşıtlığı mı yapıyor, yoksa kendisi mi faşistlik yapıyor, bu sorgulanmalıdır düşüncesindeyim. Bu yazının devamını oku

Turgut Özal’ın Ekibi Hasan Cemal ve Cengiz Çandar İş Başında

Ekip yine iş başında

Anadolu federe devleti peşinde koşan Turgut Özal’ın ulakları Hasan Cemal ve Cengiz Çandar yine sahnede. ABD’nin, Karayılan için “uyuşturucu kaçakcısı” açıklamasını yaptığı sırada, Kuzey Irak’ta Mesud Barzani ile Kürt açılımını konuşuyorlardı…
Muhteşem ikili yine iş başında!
Esrarengiz Bebek buluşmasının katılımcıları gazeteciler Cengiz Çandar ve Hasan Cemal, peşmerge reisi Barzani’nin ayağına kadar gidip, Türkiye’ye gönderdiği mesajlarını taşıdılar Bu yazının devamını oku

Rasim Ozan Kütahyalı’nın Yiğit Bulut’la Cahillik Sınavı

BU KADAR CAHİLLİK ANCAK SOROSÇU LİBERALLERDE OLUR

Taraf Gazetesi’nin bir yazarı var…

Çok çalışkan(!) genç biri.

Taraf’ta yazıyor, genç sivillere akıl veriyor, dizilerde danışmanlık, TRT’de konuk danışmanlığı yapıyor…

‘Ergenekoncu’ ilan etmediği kişi kalmadı. Deniz Gezmiş’den Bülent Ortaçgil’e bir sürü isim bu ayakkabılarının topuklarına basarak yürüyen Sinan Çetin ve Atilla Yayla damgalı yazar sayesinde ‘Ergenekoncu’ ilan edildi. Bu yazının devamını oku

SHP’de Neler Oluyor?

SHP’DE NELER OLUYOR?

ufuk_uras

SHP Genel Sekreteri Hulki Yakupoğlu, Genel Sayman Nurullah Deniz, Genel Başkan Yardımcıları Teoman Alptürk ve Erdoğan Dinçel ile Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyeleri Bülent Ergezer, Ahmet Abakay, Pelin Taşdemir ve Ülkü Ekren, MYK’dan istifa etti.

Odatv.com olarak gazetelere de yansıyan bu istifa depreminin nedenlerini, istifa eden SHP MYK üyesi Ahmet Abakay’a sorduk.

İşte Abakay’ın Odatv.com’a özel açıklamaları: Bu yazının devamını oku

Soros’un sofrasına kim oturdu?

Soros’un sofrasına kim oturdu?

Bebek’te yenen yemek 4 yıldır esrarını korurken, bir yemek daha gündeme bomba gibi düştü. Türkiye’de de birçok ’kuruluş’u karşı devrim için fonlayan ünlü Yahudi spekülatör, bazı ’gazeteci’lerle yemekte buluştu. Bu yazının devamını oku

Sezen Aksu “Lekeli” Dediklerini Tanımıyor, Kürt Açılımıyla Birlikde Kendini Lekeledi

SEZEN AKSU “LEKELİ” DEDİKLERİNİ TANIMIYOR

sezen aksu

Sezen Aksu hükümetin Kürt açılımını desteklediğini söylüyor ve bu sürece karşı çıkanları “lekeli” olmakla suçluyor. Ayrıca bu düşüncelerini Başbakan’la paylaşıyor.Bu noktada kendisini ölçülü olmaya ve nezakete davet etmek kaçınılmaz hâle geliyor.Aslında Türkiye, sözlerinin ve davranışlarının nereye gideceğini tartamayan sanatçılarla ilk kez karşılaşmıyor.Burada Sezen Aksu gibi popüler eğlendiricilerin ne kadar sanatçı sayılacakları tartışmasını sanat kuramcılarına bırakalım ve belleklerimizi tazeleyip,edebiyat dünyamıza uzanalım dilerseniz.

Türk edebiyatının iki önemli ismi de Kurtuluş Savaşı yıllarında çok yanlış şeyler söylemiş, yanlış yerlerde durmuşlardı. Rıza Tevfik Bölükbaşı (Filozof Rıza) ile Cenap Şahabettin’i hatırlamakta yarar var. I.Dünya Savaşı sonrasında ülke işgal edildiğinde her ikisi de işgalcilerden yana tavır takınmış, Millî Mücadele karşıtı yazılar yazmışlardı. Rıza Tevfik edebiyatımızda-aruz veznini de ustalıkla kullanmasına karşın-hece vezninin öncülüğünü yapan, aşık tarzı söyleyişleri ile halk edebiyatını modernize eden özgün bir sanatçıydı. Ayrıca felsefe ile de ilgilenen bir entelektüeldi. Ancak Damat Ferit Hükümeti’nde Maarif Nazırlığı yaparken Sevr Sözleşmesini imzalayan heyet içinde yer alması-elbette- hiç hoş karşılanmamıştı.Kurtuluşun ardından 150’liklerle birlikte yurt dışına sürülmüştü.

Cenap Şahabettin ise Türk edebiyatında ve modern Türk şiirinin oluşumunda çok daha önemli bir yere sahiptir. Batılı duygulanımlar,ince duyarlıklar onun aracılığıyla edebiyatımızın usta şiirlerine dönüşmüştü. Ayrıca empresyonizmin ve sembolizmin de başarılı yansımaları onun şiirleriyle edebiyatımıza ulaşmıştı. Ne var ki dilde yalınlaşmaya olan karşıtlığı onu uç noktalara götürmüştü. Ağır dili nedeniyle yıllar sonra geniş kitlelerle bağı kopmuş,uzmanlarının beğendiği bir sanatçıya dönüşmüştü. Daha önemlisi,dilde yalınlaşmaya olan tepkisi,ulusal olan her şeyi reddetmeye kadar götürmüştü kendisini. Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkacak kadar tepkiselleşmiş,ancak daha sonra hayatının sonuna kadar bunun ezikliğini hissetmiş,yalpalayıp durmuştu… Toplum tarafından kınanmak bu iki önemli sanatçının kaçınılmaz yazgısı olmuştu.

Sezen Aksu da bugün çok önemli bir kırılma noktasında bir duruş sergiliyor. Onun duruşunu da yargılayıp hükmünü verecek olan “zaman”dır,”tarih”tir. Yaşanan gelişmeler gerçekten çok karmaşık. Kapalı kapıların ardına ulaşabilmek çok güç,hatta olanaksız. Kendisinin bu karmaşayı analiz edebilecek donanıma sahip olduğu çok kuşkulu görünüyor. Her şeye karşın,çok iyi niyetle,akan kanın durmasını istediği düşünülebilir. Kendisi bugünkü hükümete güvenebilir ve sürecin olumlu sonuçlanabileceğini düşünebilir. Bu ülkenin bir yurttaşı olarak düşüncelerini açıklama hakkına sahiptir. Buna da saygı duyulmalıdır.

Ancak bu ülkede bugünkü hükümete güvenmeyen,onun bütün bir Cumhuriyet tarihinin ABD’ye en yakın yönetim olmasından çok rahatsızlık duyanlar vardır…Akşam “milli görüş” gömleği ile yatıp sabah “muhafazakâr demokrat” olarak kalkanları samimi bulmayanların sayısı hiç de az değildir… Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni ve ülkesinin bütünlüğünü tehlikede görenlerin öyle pek de boş kuruntular içinde oldukları söylenemez….Bu değerleri savundukları için çok ağır bedeller ödeyen insanların bulunduğu bir ülkede her türlü Batılı-İslamcı-ayrılıkçı ittifakı ürünü olan kombinezonlara kuşkuyla yaklaşmak hiç de yanlış sayılmamalıdır.

Böyle düşünen insanları “lekeli” olarak tanımlamak ise Sezen Aksu’nun hiç haddi değildir.Daha geçen hafta utanç verici düzenlerle, şehit annelerinin sürece olumlu baktığını göstermek isteyenleri hatırlamakta yarar var. Bunları yapan insanların içtenliğine kim inanabilir?.. Sezen Aksu Başbakandan sonra bir de konunun gerçek muhataplarıyla,şehit anneleriyle görüşsün bakalım. Onları dinledikten sonra,bu insanları da “lekeli” olarak tanımlayabilecek midir acaba? Hiç sanmıyoruz ve böyle düşünmek istemiyoruz.

Dr. Vakur Kayador

Odatv.com

Hüseyin Ergün Kimdir? SHP Nasıl Sorosçu Oldu?

ESKİ TİP’Lİ HÜSEYİN ERGÜN NASIL SOROSÇU OLDU?

Her şey, 29 Mart yerel seçimlerinde Murat Karayalçın’ın CHP’den Ankara Anakent Belediye Başkanlığı’na aday olmasıyla başladı. Bu süre içinde “geçici” olarak Genel Başkan Yardımcısı Dr. Uğur Cilasun eliyle yönetilen ve olağanüstü kongreye hazırlanan Sosyal Demokrat Halk Partisi (SHP), Karayalçın’ın partiye dönmeyeceğinin kesinleşmesi üzerine yeni Genel Başkan arayışına girdi. Bugüne değin iyi kötü “sosyal demokrat” çizgide siyaset yapmayı sürdüren ve parasızlık yüzünden kapanma noktasına geldiği için CHP ile bütünleşmesi beklenen SHP’de, birdenbire farklı eğilimler su yüzüne çıkmaya başladı. Böylece partinin türdeş ve tutarlı bir ideolojisinin olmadığı anlaşıldı. Seçimde genel başkanlık için üç aday yarıştı. Adaylardan Fehmi Işıklar, eski DİSK Genel Sekreteri ve parlamenterdi. İki dönem, Bursa ve Diyarbakır Milletvekili olarak Meclis’te görev yapmıştı. Ağırlıklı olarak işçi sınıfından ve emekçilerden güç alan, emek eksenli bir sosyal demokrat hareketi savunuyordu. Recai Ersoy, orta yolcuydu. En ilginç aday ise, Marksist soldan gelip liberal sağa çark etmiş Hüseyin Ergün’dü. Doğrusu, sol kültüre dayanan SHP’de, Genel Başkanlık için ona kimse şans tanımıyordu. Ama Ergün sürpriz yaptı ve 7 Haziran 2009 tarihinde Ankara’da toplanan SHP 2. Olağanüstü Kurultayı’nda, 226 delegenin oyunu alarak Genel Başkan seçildi. İlk iki turda adaylar gerekli oy oranına ulaşamayınca, Recai Ersoy adaylıktan çekildi. Üçüncü turda 377 geçerli oyun 226’sını Hüseyin Ergün alırken, Fehmi Işıklar’ın oyu 151’de kaldı.

Ne var ki, kurucu Genel Başkan Murat Karayalçın’dan sonra SHP’nin başına Hüseyin Ergün’ün gelmesi ve yeni Genel Başkan’ın henüz koltuğuna oturmadan Taraf gazetesine verdiği talihsiz demeç, partiyi karıştırdı. Hüseyin Ergün, bu sivri çıkışıyla durduk yerde başına dert açtı. Demecinde solu darbecilikle suçlayan Ergün’ün, özellikle Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’ın geçmişte MİT’le ilişkileri olduğunu anıştıran sözleri, sol kamuoyunda olduğu kadar SHP içinde de tepki topladı. Partinin yeni Genel Sekreteri Ahmet Abakay bile, Genel Başkan’ın sözlerinin “sol adına kabul edilemez” olduğunu vurgulayarak şöyle konuştu: “Ergün’ün görüşleri parti örgütlerinde büyük şaşkınlık yarattı. Bunlar partinin görüşleri değil, kendi kişisel görüşleridir. Bu sözler, sol bir partinin genel başkanına yakışmadı.”

Hüseyin Ergün, genel başkanlığının daha ilk gününde bu sözleri neden etmişti? Onca örgüt deneyimi olan bir siyasetçinin, bu sözlerin sosyalist kesimde fırtına koparacağını bilmemesi düşünülebilir mi? Yoksa, işin içinde başka bir iş mi vardı?

KURGULANMIŞ BİR SÜREÇ

Aslında Ergün’ün Taraf gazetesine söyledikleri, öyle rastgele edilmiş sözler değildi. Neşe Düzel’le kurgulanan bu söyleşinin zamanlaması iyi hesap edilmiş, kürsüsü bilinçli seçilmişti. Çünkü “liberal-sol” denilen kesimde yeni bir siyasal oluşum gündemdeydi. “10 Aralık Hareketi”nden ÖDP’li Ufuk Uras grubuna uzanan, SHP’nin de içinde yer alacağı daha geniş bir parti tasarımının hazırlıkları uzun süreden beri yapılıyordu. Şimdi düğmeye basma zamanı gelmişti. Gün, bugündü! Hüseyin Ergün’ün Taraf’taki açıklamaları, bir bakıma bu yeni oluşumun bileşenlerine açık bir çağrıydı.

Ancak, evdeki hesap çarşıya uymadı. Ergün’ün açıklamaları geri tepti. Solun saygın gençlik önderlerine yöneltilen “darbecilik” ve “ajanlık” suçlaması, her kesimden büyük tepki gördü. Hüseyin Ergün, tepkiler üzerine sözlerini tevil etmeye çalıştı. Bu arada ajanlık yakıştırmasının kaynağı olarak, uzun yıllardır İsveç’te yaşayan, eski DEV-GENÇ başkanlarından Yusuf Küpeli’yi gösterdi. Ancak Küpeli, kimi internet öbeklerine e-posta göndererek Hüseyin Ergün’ü yalanladı.

HÜSEYİN ERGÜN KİMDİR?

Açıklamalarıyla SHP’yi karıştıran ve sosyalist solun boy hedefi durumuna gelen Hüseyin Ergün’ün çok ilginç bir siyasal geçmişi var. Gençlik yıllarında Türkiye İşçi Partisi üyesi ve yöneticisi olan Ergün, daha sonra adım adım liberalleşerek, SOROS’çu vakıfların ve büyük işadamlarının hizmetine girdi. “Solculuk” etiketinden bir türlü vazgeçmemesine karşın, TÜSİAD Başkanı Cem Boyner’in kurduğu Yeni Demokrasi Hareketi’ne ve ünlü müteahhit Ali Haydar Veziroğlu’nun Alevi oylarını toplamak için oluşturduğu Barış Partisi’ne Genel Başkan oldu.

Ergün’ün geçmişi, adeta bir partiden ötekine koşmakla geçmiş… Nedense miyadını doldurmuş, dağılma sürecine girmiş partileri ucuza kapatarak bunların başına geçmeyi seviyor! SHP de içinde olmak üzere, bundan önceki tüm genel başkanlık serüvenlerinde hep aynı yöntemi denedi. Ama bu “ele geçirme” operasyonlarının hiç işe yaramadığı, başına geçtiği tabela partilerini yaşatamadığı biliniyor. Ergün’ün SHP’deki Başkanlık görevinin ise daha da kısa süreceğine kesin gözüyle bakılıyor.

Şimdi başa dönelim ve Hüseyin Ergün’ün çok renkli özgeçmişine biraz daha yakından göz atalım:

1945 yılında Erzurum’un Hınıs ilçesinde doğdu. 1962’de Ankara Atatürk Lisesi’ni, 1966’da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. 1965’te henüz üniversite öğrencisiyken Türkiye İşçi Partisi’ne üye oldu. Aynı yılın Aralık ayında sosyalist gençlerle Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun (FKF) kurucuları arasında yer aldı, sonradan DEV-GENÇ’e dönüşecek olan bu militan gençlik örgütünün ilk Genel Başkanlığı görevini üstlendi. Mihri Belli etkisindeki gençlerin “Milli Demokratik Devrim” (MDD) tezine karşı, Türkiye İşçi Partisi’nin “Sosyalist Devrim” çizgisini savunan “Emek” dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yürüttü. O yıllarda Yalçın Küçük, Kenan Somer, Sedat ve Adil Özkol kardeşlerle TİP’in “teoriysen” kadrosunda yer aldı. Sadun Aren-Behice Boran ikilisinin güvenini kazanmış biriydi ve bu yüzden hem “Emek” grubunda, hem partili gençler arasında etkin bir konumu vardı. Bu gruptaki gençler, FKF’deki ayrışma nedeniyle, Ocak 1970’te, DEV-GENÇ’e karşı, TİP’in gençlik kuruluşu “Sosyalist Gençlik Örgütü”nü (SGÖ) kurdular.

Hüseyin Ergün’ün Türkiye İşçi Partisi’ndeki “istikrarlı yükseliş”i, 1970’deki 4. Büyük Kongre’de Genel Yönetim Kurulu üyeliğine seçilmesiyle sürdü. 12 Mart askeri darbesinden sonra TİP, Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılınca, öteki parti yöneticileriyle birlikte Hüseyin Ergün de tutuklandı, Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılandı ve 4 yıl kadar hapis yattı.

Hapisten çıktıktan sonra, sosyalistlerin yeniden partileşme süreçlerine katılmadı; kendini dernek ve vakıf işlerine verdi. 1988-1992 arasında Mülkiyeliler Birliği İstanbul Şubesi Başkanlığı’nı üstlendi. Orhan Silier’le Tarih Vakfı’nın kuruluşuna katıldı. Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın kurucuları arasında yer aldı, Yönetim Kurulu üyeliği yaptı.

Hüseyin Ergün, “sivil toplumculuğu” seven biri. Onun, içinde yer aldığı, görev üstlendiği öteki siyasal-toplumsal girişimler / etkinlikler arasında şu oluşumlar da var: Büyük patronların “Ekonomik ve Sosyal Etüdler Konferans Heyeti” ve uluslararası spekülatör George Soros’un finanse ettiği TESEV. Ergün, Can Paker’le birlikte bu “misyon” örgütünün kurucuları arasında yer almış. 1992-1993 arasında ise, Tarhan Erdem’in CHP’ye şırınga etmeye çalıştığı “liberal aşı”nın tutacağını düşünerek bu partiye yönelmiş. Maya tutmayınca başka arayışlara yelken açmış. “Demokratik Cumhuriyet Programı”, “Toplumda Diyalog”, “Sol Düşünce Forumu” gibi içerikleri kamuoyunca pek de bilinmeyen “sivil” oluşumlarda etkinlik göstermiş…

1993 yılında Yeni Demokrasi Hareketi’nin kurucuları arasında görüyoruz onu. Daha sonra, Cem Boyner’in umduğunu bulamayınca bırakıp kaçtığı bu partiye Hüseyin Ergün, önce Genel Başkan Yardımcısı, sonra Genel Başkan seçiliyor. Ancak, YDH macerası da “hüsran”la sonuçlanınca, şansını bu kez Ali Haydar Veziroğlu’nun Barış Partisi’nde deniyor. Bu partide de kısa bir dönem Genel Başkanlık yapıyor.


ERGÜN’ÜN BAŞINA DERT AÇAN SÖZLERİ

Hüseyin Ergün’ün SHP Genel Başkanı seçilir seçilmez Taraf gazetesine verdiği uzun demecin en çarpıcı tümcelerinden bir özet yapmakta yarar var. Ergün diyor ki:

“Bu ülkede solun askerle ilgili düşünceleri sorunludur. Sol akımlar, askerle siyasi ittifak kurmakta hiçbir sakınca görmezler. Hatta kargaşa dönemlerinde işbirliği de yaparlar. (…) ‘Askerlerle birlikte darbe yoluyla’ iktidara gelmek için vurmalar, kırmalar, banka soygunları yapıldı. Darbe öncesi provokasyonlarda solun rolü feci bir şeydir. Vurmalar, kırmalar hep istikrarı bozmak ve darbe ortamı oluşturmak için yapıldı. (…) Aşağıdakiler farkında değildi ama şefler bunun farkındaydı. Gençlerin şef pozisyonunda olanları da durumun farkındaydılar. (…) Şöyle söyleyeyim. Bir tanıklığımı anlatayım. Yusuf Küpeli 1980 sonrasında cezaevinden çıktıktan sonra bana geldi. “Biz baştan sona kullanıldık” dedi. Ben de “Nasıl farkında değildiniz? Asker adam geliyor, size silahı veriyor. Size, biraz ortalığı karıştırın, biz gereğini yapacağız diyor. Siz bütün bunlara rağmen farkında değil miydiniz?” dedim. Bana cevabı şu oldu. “Ben bunu Mahir’le de (Mahir Çayan) konuşurdum. Ona, ‘MİT falan bizim bu kadar içimizde. Ne oluyoruz?’ diye sordum. Mahir de bana, ‘Biz güçlü bir siyasi hareketiz. Elbette MİT de bizimle ilişki kuracak’ dedi.” Gerçek şu ki, Türkiye’de silahlı gençlik hareketini 1970 ve 1980 öncesinde askerler kullandılar. Askerler tarafından kullanıldıklarını gençlik hareketlerinde şef pozisyonunda olanlar kesinlikle biliyorlardı. Orduyla ittifakı, iktidara gelmenin bir yolu olarak görüyorlardı.”


DÖNEKLİĞİN TARİHİ

Hüseyin Ergün’ün sola bakışındaki farklılaşmanın tarihi yeni değildir. Bu köklü “değişim”, Sovyetler Birliği’nin ve Sosyalist Sistem’in çöküşüyle başlamış, TKP’nin son dönem yöneticilerinden Haydar Kutlu (Nabi Yağcı), Zülfü Dicleli, Erdal Talu ve benzerlerinin geçirdiği “başkalaşım”la atbaşı gitmiştir. Geçmişte hiçbir zaman TKP’li olmayan Hüseyin Ergün’ün yolu, YDH’de “eski komünist” önderler ve “patronlar kulübü” TÜSİAD’ın Başkanı Cem Boyner’le kesişmiştir.
Hüseyin Ergün, 27 Temmuz 2003 tarihli Radikal İki’de yayımlanan , “Soldaki Yetersizlik ve Muhalefet Krizi” başlıklı yazısında, “yeni” sol anlayışını şöyle açıklıyor:
“Bilişim uygarlığı, eşitlik kavramının içeriğini değiştirdi, yeni bir tanımlama gerekli. Fikirsizlik, yetersiz ve durgun düşünce ortamı ile parti içi işlerde adaletsizlik, sol partilerin kanseridir. Bu hastalığa yakalanan sol parti, kolay kolay iflah olmaz. Sol partilerimizin, yani sosyal demokrat olduklarını iddia edenlerle sosyalist-komünist olduklarını iddia edenlerin, gözlerini açıp dünyaya bakmaları; çağa uygun düşünceler geliştirme çabasına bir an önce başlamaları ve parti içinde adil bir yarışma ortamı kurmaları gerekli. Bu gerçekleşmeden, sol’un güçlenmesi ve Türkiye’de politik dengenin kurulması imkânsız…”

SHP’nin yeni Genel Başkanı Hüseyin Ergün, Taraf gazetesindeki röportajında, Neşe Düzel’e şöyle diyor: ‘’Emperyalizm lafı boştur. Bu tür şeylerle vakit kaybetmemek gerekir.’’ Ergün, bu arada AKP’nin CHP’den özgürlükçü olduğunu belirtmeyi de unutmuyor. Ergün’e’e göre, CHP, AKP’nin sağındaymış! İdris Küçükömer’den beri tüm döneklerin yinelediği şablon hep aynıdır. Türkiye’de “sivil toplumculuğun babası” olarak tanıtılan Prof. Küçükömer’in “Düzenin Yabancılaşması” kitabındaki ünlü formül biliniyor: Sol sağdır, sağ soldur! İttihat ve Terakki ile Hürriyet ve İtilaf fırkalarından başlayarak günümüzün partilerine uyarlanmaya çalışılan ve AKP’yi “demokrat, özgürlükçü, hatta devrimci” sayan uçuk liberallerin biricik argümanı bu şemadır! Nitekim, TKP’nin son Genel Sekreteri Nabi Yağcı da daha önce Referans gazetesinde çıkan söyleşi ve köşe yazılarında AKP’yi “devrimci” (!) ilan ederken hep bu argümana dayanmıştır.

AKP’yi böylesine ilerici, demokrat, devrimci ve dönüşümcü gören eski solcuların başka partileri ele geçirme çabalarını ya da yeni parti kurma girişimlerini anlamak kolay değil. Bu kişilerin, olmayacak işler peşinde koşmak yerine AKP’de siyaset yapmaları daha mantıklı değil mi?

Attila Aşut
Odatv.com

önceki haberimiz

SHP NASIL SOROSÇU OLDU? HÜSEYİN ERGÜN KİMDİR?

Mehmet Eymür’ün Sabah Gazetesi Roportajı’nın Bilinmeyenleri

BU RÖPORTAJ BU BİLGİLER OLMADAN ANLAŞILAMAZ

mehmet eymür

Sabah Gazetesi dün duyurmuştu; bugün Mehmet Eymür’le yaptıkları röportajın ilk bölümünü yayınladılar.
Haberin başlığı; “İpek, (Tuncay) Güney’in istihbarattaki faaliyet kod adı”

Mehmet Eymür ile röportajı yapan gazeteci Abdurrahman Şimşek soruyor:
“Bazıları Güney’i ‘manipülatör’ olarak görüyor, bazıları ise Güney’in söylediklerinin çoğunun doğru olduğunu düşünüyor. Sizin düşünceniz nedir? –
Yani bütün söyledikleri doğrudur diye kefil olamam. Zaten kendisi de bazı şeyleri baskı altında söylediğini beyan ediyor. MİT’e yardımcı olan birçok gazeteci vardır. Benim bunların hepsini bilmem mümkün değil. Bilsem bile bir neden yoksa açığa çıkartmanın manası da yok. Milli bir müesseseye destek olmak her Türk vatandaşının görevidir bence. Bizde MİT’çilik küçümsenen bir şeydir. Bunu da kırmak lazım. Başka ülke vatandaşları kendi istihbarat servisiyle iftihar ediyor.
Tuncay Güney’in adının yanında ‘İpek’ ibaresi var. O ne anlama geliyor? –
Tuncay Güney’in faaliyet adı olabilir. Gizliliği sağlamak için hem yürütülen faaliyetlere, hem de kişilere takma isimler verilebilir. Tuncay Güney’in cinsel tercihlerini ve hangi teşkilata çalıştığını bilmiyorum. Ancak istihbarat alanında yararlı olan her çeşit kişi çalışabilir. Homoseksüel, biseksüel ya da aseksüel olması önemli değildir. Sisi (Seyhan Soylu) eminim konuşsa bugün Türkiye’de yer yerinden oynar. ”
Röportajı burada kesip aylar öncesine dönelim…

Tarih 26 Kasım 2008

Sabah’ın manşetinde bir MİT belgesi var.

Haberi yapan muhabir yine Abdurrahman Şimşek.

Bu habere/MİT belgesine göre Tuncay Güney MİT elemanıydı.
Belgede şunlar yazılıydı:
Tuncay Güney MİT’e çok genç yaşlarda, MİT İstanbul Bölge Başkanı Galip Tuğcu tarafından kazandırıldı. 1990’lı yıllarda önce “Gerici Faaliyetler Şubesi” sonra da İran Masası’na bağlı çalışan Güney, bu amaçla genç bir gazeteci kimliğiyle, Ortadoğu’daki liderlerle yüzyüze görüşmeler yaptı. Ancak 1992 yılında MİT Güney’in görevini değiştirdi.
JİTEM ve Ergenekon’a sızma görevi verilen Güney, ilk kez bu tarihte albay rütbesiyle Ağrı’da görev yapan Veli Küçük ile tanıştı. 1996-97 yıllarında Susurluk skandalı sırasında MİT için önemli bir bilgi kaynağı olan Güney, hem Susurluk hem de 28 Şubat sürecinde elde ettiği bilgileri, MİT’in çalışma merkezi olarak kullandığı İstanbul Dolmabahçe Sarayı Harem Dairesi’ne götürüyordu.
Ancak Güney’in kimliği 2001 yılında dönemin İstanbul Organize Suçlar Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan tarafından yapılan sorguda deşifre edildi. İddiaya göre Güney’in JİTEM kimliğinin deşifre olmasını istemeyen Veli Küçük, Güney’in serbest kalmasını sağladı. Tam bu noktada MİT de devreye girdi.
Bizzat MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, CİA ile temas kurarak Güney’e 10 yıllık ABD vizesi aldı. Güney kendi adına pasaport ile MİT İstanbul Bölge Başkanı Kubilay Günay’ın ekibi eşliğinde THY’nin New York tarifeli uçağıyla ABD’ye gönderildi. New York’ta Güney’i karşılayanlar, Güney’i Manhattan 301 East 94 Street adresindeki The Marmara Oteli’ne yerleştirdi. Bir hafta sonra Manhattan Postanesi’nin yanındaki gökdelende, Türk istihbaratının kullandığı bir daireye geçti ve 1 yıl boyunca burada yaşadı. Vs.

Abdurrahman Şimşek’in bu haberinin ardından MİT bu belgenin sahte olduğunu açıkladı. (MİT Ergenekon süreci boyunca çeşitli tarihlerde medyada çıkan 15 MİT belgesini yalanladı.)
Tıpkı bugün “İrticayla Mücadele Eylem Planı” gibi Abdurrahman Şimşek’e bu sahte MİT belgesini kimin verdiği tartışma konusu oldu.
Aslında daha temeldeki soru bu sahte MİT belgesini kimin hazırladığıydı?
Mehmet Eymür olabilir mi?
Biliniyor ki Eymür, sahte MİT belgesinde adı geçen MİT İstanbul bölge başkanı Galip Tuğçu ve MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’dan nefret ediyor.
Ve biliniyor ki…
Eymür I. MİT Raporu, II. MİT Raporu, Kayıp Tarık Ümit ait olduğunu belirttiği belgeleri çalıştığı dönemde müsteşarlığa haber vermeden yazdığını bizzat MİT açıkladı.
Keza Eymür düşman bildiklerini bu tür yalan yanlış belgelerle yıprattığı bilinen bir olay.
Uzatmayalım, bu nedenle sahte MİT belgesini Eymür’ün hazırlayıp hazırlamadığı sorusu yerinde bir sorudur.
Devam edelim…

Sabah muhabiri Abdurrahmah Şimşek’in bir röportajını anımsayalım.
Tarih 22 nisan 2008.
Sabah muhabiri Kanada Toronto’ya gitti Tuncay Güney ile dört boyunca birlikte buldu. Dönüşünde Güney’in Ergenekon ile ilgili doğru-yanlış tüm söylediklerini Sabah’ta yazı dizisi yaptı.
(Taraf’ın Mehmet Baransu’su varsa Sabah’ın da Abdurrahman Şimşek’i vardı!!)

Abdurrahman Şimşek 8 Mart 2009 tarihli Sabah’ta Atasagun aleyhinde bir haber daha yazmıştı: “4 yıl önce emekli olan Şenkal Atasagun`un hâlâ MİT`in Boğaz`a nazır 5 milyon dolarlık köşkünde oturması, teşkilatta rahatsızlığa neden oluyor..” Bu haber de MİT tarafından yalanlandı. Eymür’ün Atasagun’a düşmanlığını düşününce haberi kimin yazdırdığı hemen belli oluyor değil mi?

Şimdi buraya kadar A. Şimşek’in haber ve röportajlarını sırasıyla toparlayalım.
1) Tuncay Güney
2) Sahte MİT belgesi
3) Mehmet Eymür

4)Boğazdaki köşk haberi…
Burada bir soru akla geliyor: Tuncay Güney kimin kontrolünde?
Güney, Yeni Şafak İstihbarat Şefi Şaban Arslan’a verdiği röportajda babasının Mehmet Eymür ile MİT’te birlikte çalıştığını ve babasının ölümünden sonra kendisinin de Mehmet Eymür’e bağlı çalışmaya başladığını belirtmişti.
Ancak bu iddia o günlerde anında Mehmet Eymür tarafından yalanlanmıştı.

Ve gelelim daha can alıcı soruya:

CIA bu işin neresinde?

Bir de Sabah Mehmet Eymür röportajı için “yıllardır basına röportaj vermeyen” ibarisini kullanmış ki değme gitsin.
MİT’in en geveze çalışanı olarak tarihe geçmiş Mehmet Eymür için bir not ekleyelim.
Eymür “atin” adlı sitesi 7.7.2005 tarihinde yayınına son vermişti.
Ne hikmetse Ergenekon soruşturmasıyla birlikte yine yanlı yayınlara başlayıverdi.
Sitenin merkezi neresi mi, ABD tabii ki…
Neyse…
Soruyu unutmayalım: CIA bu işin neresinde?
Mehmet Eymür Sabah’a, “İrticayla Mücadele Eylem Planı” için ne diyor biliyor musunuz?
“Belge yabancıların işi olabilir mi?”
Yine tipik Mehmet Eymür aldatmacı…
Biliyor ki asker bu işin peşini bırakmayacak.
Biliyor ki bu oyun artık bozulacak…

odatv.com

TRT’ye Taraf gazetesinden takviye

TRT TARAFINI BELLİ ETTİ

Taraf yazarını tanıyorsunuz artık…

Muhsin Yazıcıoğlu ile ilgili bir TV kanalında konuşunca, program çıkışı Alperenler tarafından dayak yemişti.

Reha Muhtar’ın danışmanı olmuştu.

Annesi babası kanal kanal dolaşıp, “oğlumuzu medya öldürecek” demişti…

İşte bu Taraf yazarı, TRT 2 de yayınlanan ”Medya Müfettişi” adlı programın ”Konuk Koordinatörü” oldu.

Gelen iddialara göre, 4 bin TL maaşla göreve getirilen yazar, bir kez bile programın hazırlandığı Ulus’taki TRT binasına gitmemiş…

Hatta konukların koordinasyonu işini bir kez bile yapmadığı söyleniyor.

Bir başka iddiaya göre; yazara bu işi ayarlayan ise AKP İstanbul il gençlik kollarından yakın arkadaşı Serra Karaçam.

İddialar burada bitmiyor…

Serra Karaçam İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı’nda iletişim danışmanı olarak görev yapıyor.

Ancak iddialara göre Karaçam’ın da hiç işe gitmeden müşavir kadrosuyla 5 bin TL maaş aldığı söyleniyor.

Odatv.com’a TRT’nin üst düzey yöneticilerinden gelen bilgilere göre, Taraf yazarının maaşının 1500 TL olduğu yönünde.

Odatv.com

İRAN OLAYLARINI DOĞRU OKUMA KILAVUZU

İRAN OLAYLARINI DOĞRU OKUMA KILAVUZU

Alman Basını haftaya, Cuma günü yapılan seçimlerden sonra Tahran sokaklarını savaş meydanına çeviren İran haberleriyle başladı. Pazar günü de, Köln’dekine şahsen tanık olduğumuz, Berlin, Münih gibi büyük şehirlerde Almanya’da yaşayan İranlılarca kitlesel gösteriler düzenlendi.

Almanya’da Pazartesi gününün en önemli sorusu: İran’da ne oluyor?

Sokak gösterilerinin nefes kesici görüntüleri ve tozu dumanının yanı sıra Tahran’da iktidar mücadelesi, yönetici sınıf içinde yaşanan iktidar kavgası bütün berraklığıyla gözüküyor. Seçimlerin yapıldığı geçtiğimiz cuma günü akşam üzeri Ahmedinejat ile en büyük rakibi ve 1990’lı yılların sonlarında oluşan “Reform Hareketi’nin de desteğini alan Mir Hüseyin Musevi’nin başa baş bir şekilde gittiği hem dış basında hem de İran basınında yer aldı. Ancak hiç beklenmedik bir şekilde ve geleneksel olarak seçim sonuçları İran’da bir kaç gün sonra açıklanırken, Cuma akşamı Ahmedinejat’ın yüzde 64, Musevi’nin de yüzde 35 oy aldığı ilan edildi. Ahmedinejat yeniden cumhurbaşkanlığını ilan ederken, Musevi “seçim sonuçlarını kabul etmediğini“ açıkladıktan sonra, Tahran’da halk seçimlere hile karıştırıldığı gerekçesiyle sokaklara döküldü. Gösteriler cumartesi gününden bu yana artan bir şiddetle gelişiyor ve İsvahan, Tebriz, Ahvaz gibi ülkenin diğer büyük şehirlerine şimdiden yayılmış bulunuyor. Seçimlerin gerçekleştirildiği Cuma gününden bu yana muhalefet lideri Musevi kamuoyunda görülmedi. Görgü tanıkları, Musevi’nin evinin kuşatıldığını haber veriyor. Ayrıca eski bakanı ve yüksek bürokratların da içinde bulunduğu muhalefet hareketinin 100 kadar önde geleninin tutuklandığı da gelen bilgiler arasında.Tahran’daki sokak çatışmalarında şimdiye kadar en az üç kişinin öldüğü haber veriliyor. Muhalefetin ana haberleşme alanı olan İran mobil telefon şebekesi Cumartesi gününden bu yana haberleşmeye kapalı. Muhalif internet sayfalarına erişim engellenmiş bulunuyor. Resmi radyo, televizyon ve gazeteler gösterilerden tek kelime etmiyor. Yabancı basın mensuplarının çalışması yoğun bir şekilde engelleniyor, teknik imkanları kısıtlanıyor. İran’daki gelişmelere dışarıdan bakıldığında geleneksel yönetici Ruhban sınıfı içinde şiddetli bir iktidar kavgası yaşandığı görülüyor. Gösterilerin şiddetinin artması sonucu, Ahmedinejat’ı destekler nitelikte halkı “cumhurbaşkanı ve İslam Cumhuriyeti’ni destekleme“ye çağıran dini lider Ali Hamaney, seçimlere hile karıştırılıp karıştırılmadığının araştırılması talimatı verdi. Bunun üzerine pazartesi günü öğleden sonra taraftarlarını gösteriye çağıran Musevi, gösteriyi iptal ettiklerini, taraftarlarına „sakin olmaları, tahriklere kapılmamaları“ çağrısı yaptı.

Devlet Başkanı Ahmedinejat, Türk basınındaki yaygın kanaatin tersine muhafazakar Ruhban sınıfının temsilcisi olarak yeniden aday olmadı.

Cuma günü gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin en önemli ve şimdiye kadar görülmemiş olan yanı, Batı basınında Muhafazakarlar olarak bilinen yönetici tabakanın bölünmüş olarak seçimlere girmesiydi. Yani İran’da seçimler alışılageldiği şekilde Muhafazakarlar ile Reformcular arasında gerçekleşmedi. Tam tersi Muhafazakar olarak bilinen isimler Ahmedinejat’a karşı aday oldular. Karşı adayların en önemlilerinden Ayetullah Kerrubi, İran’daki Ruhban sınıfının önemli isimlerinden. İran Devrim Lideri Ayetullah Humeyni’ye yakın isimlerden olan Kerrubi, yıllarca meclis başkanlığı gibi önemli bir pozisyona sahip olmuş. Ayrıca İran’ın Luristan eyaletinde çok büyük bir aşiretin önemli bir büyüğü olan Kerrubi’nin bu seçimlerde yüzde bir bile oy alamamış olması, seçimlere hile karıştırıldığının en önemli göstergelerinden biri olarak sayılıyor. Daha önce de aday olan Kerrubi, önceki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 20’nin üzerinde oy almıştı. Muhafazakar kanattan gelen ve İran’da rejimin çekirdek tabakasına girmiş Mohsen Rezai de resmi rakamlara göre, yüzde birin altında oy aldı. Yıllarca Devrim Muhafızları Başkomutanlığı yapmış Rezai’nin aldığı bu oy oranı gerçekçi bulunmuyor. Reformcu kanadın adayı olarak seçimlere katılan Musevi, esas olarak rejimin merkezindeki Muhafazakar çevreden gelme. Humeyni ve Irak savaşı döneminde Başbakanlık yapmış bir isim. Bu nedenle Reformcu çevrelerin desteklemesinin yanı sıra, tutucu orta sınıf ve Ruhban sınıfının tanıdığı ve güvendiği bir isim. Bu özelliği nedeniyle toplumun çeşitli ve geniş bir kesiminden oy aldığına dikkat çekiliyor.

Ahmedinejat’a rakip olarak çıkan Haşemi Rafsancanı’nın yoğun çabaları bulunuyor

Ahmedinejat’a karşı aday olan Rezai, Kerrubi ve Musevi’nin ülkedeki saygınlıkları ve etkinlikleri göz önüne alındığında, üçünün toplam olarak aldığı oy oranının yüzde 35 olmasının inandırıcı olmadığına dikkat çekiliyor.

Musevi’nin Reformcu kesimin adayı olarak çıkmasında, önceki seçimlerde Ahmedinejat’a rakip olarak çıkan Haşemi Rafsancanı’nın yoğun çabaları bulunuyor. Rafsancani, İran İslam Cumhuriyeti’nin en önemli isimlerinden. Hatta dini lider Hamaney’den daha etkili olduğu belirtiliyor. Etkin olmasının yanı sıra, ülkenin en zenginlerinden de. Oğulları aracılığıyla İran-Dubai hattı üzerinden Amerikan ambargosunun delinmesi sayesinde gerçekleştirilen resmi ve gayriresmi ticareti elinde tutuyor.

Rafsancani’nin dini lider Hamaney’in koltuğunda gözü olduğu İran’da herkesin bildiği bir gerçek. Musevi’nin adaylığına hem maddi hem de manevi olarak bütün gücüyle destek verdi. Rafsancani’nin Ruhban sınıfı içinde hatırı sayılır bir çevre üzerinde kontrolü olduğu belirtiliyor. Rejimin çekirdeğini oluşturan Muhafazar kesimin önemli simalarından olan Ali Lariçani de Hamaney ve Ahmedinejat’a mesafe koymuş isimlerden. Lariçani, Ahmedinejat’ın iktidara geldiği döneme kadar Batı ile İran arasındaki atom enerjisi görüşmelerindeki baş müzakereci. Geçmişte Hamaney’in en güvendiği şahsiyetlerden biri olarak betimlenen Lariçani, şimdi Muhafazakar kesimde muhalefetin önemli isimlerinden biri haline gelmiş durumda. İran’daki siyasi gelişmeleri takip eden gözlemciler, Ruhban sınıfının tam bir siyasi dağınıklık içinde olduğuna dikkat çekiyorlar. İşte bu dağınık tablo içinde seçimlere gidilen İran’da, Musevi’nin toplumun geleneksel Muhafazar kesiminden de ciddi oranda oy aldığı belirtiliyor. Musevi’nin seçim sonuçlarını “hile karıştırıldığı“ gerekçesiyle kabul etmediğini açıklamasıyla başlayan, sokak gösterileri, artık özellikle ülkenin sorun yumağı haline dönüşen gençlerin ve kadınların geniş katılımına sahne oluyor. Yüksek genç nüfusa sahip ülkede işsizlik resmi rakamlara göre yüzde 20 oranında. Gençlerde işsizlik ise yüksek boyutlarda. Gelecek umudu olmayan gençlerde uyuşturucu ve özellikle Batı’nın yoz hayat tarzına özen ürkütücü derecede. Yüksek petrol gelirine sahip ülke, elde edilen gelirin ulusal bir ekonomik altyapıya dönüşmesini gerçekleştiremiyor. Kadınlar ise, çağ dışı kanun ve uygulamalarla toplumsal yaşamın dışında tutuluyor. Kadının etkin rol aldığı geleneksel bir toplumsal yapıya sahip İran kültürüne tam bir tezat oluşturuyor bu uygulama. Bunda öncelikleri dini ideolojik sorunlara ağırlık veren birinci kuşak dini liderlerin zaman içinde rüşvetçi verimsiz bir tabakaya dönüşmesi büyük rol oynuyor. Seçimlerde bu kesime muhalefet eden Musevi ve çevresi işte bu kesim içinden çıkan yegane üretici, dönemin gereklerine göre kendini konuşlandıran çevre ve şahsiyetlerden oluşuyor. Tahran’daki iktidar mücadelesinin arka planını da bu oluşturuyor. Ruhban sınıf içindeki bu çelişki sokak gösterileriyle birleşince, rejim açısından tarihinde ilk kez bu derece tehlikeli bir oluşum ortaya çıkmış oluyor.

Gelişmelerin Ruhban sınıf içindeki çatışmanın yanı sıra, bir de bölgede İran geo-stratejisi açısından bir anlamı bulunuyor

Bölgenin önemli bir güç unsuru olan İran, Amerikan’nın Irak’ı işgal etmesine, Ahmedinejat’ın iktidara getirilmesiyle „etkin dış politika“ ile göğüslemeye çalıştı. Bu sayede İran, İsrail’i hedef alan açıklamalarıyla Arap alemindeki İsrail’e tepkinin liderliğini ele geçirdi. Bunu Hamas ve Hizbullah’a yaptığı açık destekle pekiştirdi. Irak’ta da hem bölge ülkeleri hem de işgalciler açısından Şii unsuru üzerinden bir “uzlaşı“ unsuru oldu. Bütün bunları Washington’daki Bush yönetiminin 11 Eylül’den sonra bütün İslam dünyasına açtığı topyekün savaş döneminde gerçekleştirebildi ve bu nedenle, Bush yönetiminin bölgede açtığı savaşın tek galibinin İran olduğu uzmanlarca tekrar edilen bir ezber haline dönüştü. Şimdi ise Washington’daki Obama yönetimi „iyi polisi“ oynayarak, ABD’nin bölgedeki emperyalist emellerini farklı politikalarla gerçekleştirmek istiyor. Bunda en önemli unsur bölgede İran’ın artan etkinliğini önlemek. Bunu da Obama yönetimi, ilk adımda İran ile „doğrudan temas“ kurarak gerçekleştirmek istiyor. Obama’nın bu teklifine cevap, İran’da gerçekleştirilecek seçimleri bekliyordu. Yeni dönemin yeni ihtiyaçlarına göre kendini dizayn eden ABD’ye karşı İran’ın da kendisini dizayn etmesi gerekiyor. İran’daki iktidar mücadelesinin dış dinamiğini de bu oluşturuyor. Bir dönüm noktasından geçen İran için, seçim sonrası kimin iktidarda olacağı hayati bir öneme sahip. ABD ile ilişki kurma üzerinden kendine hayat alanı yaratmaya çalışan Ruhban sınıfının rüşvetçi, irrasyonel ve o derecede de silahlı kesimiyle, İslam Cumhuriyeti’nin içinden gelen çağdaş, ülkenin kalkınması konusunda programı olan, genç ve ABD ile ilişkiler sayesinde iktidara gelmeyi uman kesim arasında yaşanıyor iktidar kavgası.

Hatemi, Kerrubi, Rafsancani, Lariçani, Rezai gibi önemli isimleri henüz bir açıklamada bulunmadılar

Bu satırlar yazılırken, Tahran’da devrimin gerçekleştirildiği 1979’dan bu yana gerçekleştirilen en büyük gösteri gerçekleştiriliyor. Muhalefet lideri Musevi’nin evinizde kalın çağrılarına rağmen yüz binlerin katıldığı haber veriliyor. Seçimlere hile karıştırılıp karıştırılmadığına araştıracak komisyon kararını en geç bir hafta içinde açıklamak zorunda. Hamaney soruşturma emriyle, bir haftalık bir süre kazanmış gibi gözükse de, sokak gösterilerinin her geçen gün artan şiddeti, İran’da her geçen gün yeni gelişmelerin habercisi. Gelişmelerin, Hatemi, Kerrubi, Rafsancani, Lariçani, Rezai gibi önemli isimleri henüz bir açıklamada bulunmadılar. Ahmedinejat’ın seçimlere hile karıştırarak karşıtlarını etkisiz hale getirme girişimi, sokak gösterileri sayesinde Ahmedinejat aleyhine dönmüş bulunuyor. Şuanda yüz binler sokakta. Alman resmi ikinci televizyon kanalı ZDF’in verdiği habere göre, göstericilerin üzerine ateş açılması sonucu bir kişi hayatını kaybetmiş bulunuyor.

Bir dönemeçten geçen İran’a dikkat !

Mehmet Salih Çeviker

Odatv.com

SHP NASIL SOROSÇU OLDU? HÜSEYİN ERGÜN KİMDİR?

SHP NASIL SOROSÇU OLDU?

shp

SHP Genel Başkanlığı’na geçen hafta yapılan kongre ile Hüseyin Ergün seçildi. Murat Karayalçın’ın istifası sonrası partinin geleceğinin ne olacağı konusunda soru işaretleri böylelikle son buldu. Ancak Ergün’ün siyasi geçmişi nedeniyle SHP’nin politikaları daha çok tartışılacak gibi görünüyor.

Eski Türkiye İşçi Partili olan Ergün 1990 sonrasında liberal siyasi projelerde yer aldı. Ünlü para spekülatörü George Soros ve Avrupa Birliği tarafından fonlanan TESEV (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı) kurucusu olan Ergün, TESEV’de yöneticilik yaptı. İşadamı Cem Boyner’in Genel Başkanı olduğu Yeni Demokrasi Hareketi’nin kurucusu ve genel başkan yardımcısı olan Ergün daha sonra partinin genel başkanı oldu. Boyner’in kurduğu YDH batılı anlamda liberal bir programa sahipti.

Hüseyin Ergün’ün seçilmesi partinin nihai bir siyasi istikrara kavuştuğu anlamına gelmiyor. Parti kurultaydan sonra yeni bir oluşumun başlangıcını yapacağını yayınladığı bildiride açıkladı. Bu konuda kulislerde konuşulan Ufuk Uras’ın ÖDP’den ayrılması ile oluşacak siyasi oluşuma SHP’nin de Ergün ile beraber katılacağını haber yapmıştık.

SHP’nin kurultaya ilişkin yayınladığı bildiri de bir ayrıntı Odatv’nin gözünden kaçmadı. Bildiride şu cümle dikkat çekti. “Yelpazenin sağında, merkezden sağa doğru AKP, CHP, MHP ve diğer sağ partiler sıkışık düzen yerleşmiş bulunuyorlar”. Bu açıklamaya göre SHP, AKP’yi CHP’den daha solda sayıyor. AKP’yi merkeze koyan SHP yönetimi CHP’yi daha sağda tanımlıyor. Bu açıklama ile son seçimde SHP’den istifa ederek CHP’den aday olan Karayalçın’ı da soldan sağa transfer saymış oluyor.

SHP’ye gelen yeni yönetim ve içinde bulunduğu siyasi oluşum projeleri daha çok tartışılacakmış gibi görünüyor.

Odatv.com